Freud, rüyaları bilinçdışına giden kral yol (ayrıcalıklı yol) (via regia) olarak tanımlar ve düşlerin yorumlamasını düş görenin kendisine bırakır. Düşler bilinçdışı arzuların doyurulmasıdır. Bazen bastırılmış bir bilinçdışı arzu kılık değiştirerek doyurulur. Psişik yapının bir aynası olan rüyalar, açık içeriği ile değil arkasında yer alan duygu ve düşünceler üzerine çalışılır.  Lacan’a göre görülen tüm düşlerde ötekinin arzusuna rastlanır. Arzu her zaman bir ötekinin arzusudur. Arzunun tatmin edebilecek gerçek bir nesnesi yoktur, kayıp bir nesnesi vardır (küçük a nesnesi). Düşler hiçbir zaman tam olarak doyurulamayan hep bir eksiğin kaldığı arzuların sembolik bir yansımasıdır. Bilinçdışının dil gibi yapılandığını söyleyen Lacan rüyaların da dilsel düzende işlediğinden bahseder. Bir yapı gibi ele alınması gereken rüyalar içinde barındırdığı boşlukla konuşur. Düş bir söylemdir ve bilinçli dilden değil onun dışına düşen bastırılmış eksik kalan kısımlarından oluşur.

Dominique Appia’nın Entre les Trous de la Memoire – Hafızanın Delikleri Arasında adlı eseri bir iç mekan alanı sunuyor gibi görünmekte ancak bir iç dünyanın yansımalarına sürüklemektedir. Rüyalarda olduğu gibi parçalanmış bir zaman algısı görünürdedir. Geçmiş, şimdi, gelecek birbirine karışmış haldedir. Tabloda, rüyalarda olduğu gibi zaman reddedilmiştir. Bastırılmışın, unutulmuşun, arzunun ve travmanın bir evreninde gibidir. Deliklerden bir şeyler sızar, taşar, bir öteki daima oradadır.

Hafızanın delikleri arasında gezerken kendi içsel ‘oda’larımıza dair bir şeyler bulabiliriz.