Joachim Trier’in Oslo, 31 Ağustos’u. Binanın yıkımıyla başlayan film Andres’in yıkımıyla son bulur. Film boyunca mevsimin ayın. günün ve bir insanın yaşamının sonlanışına tanıklık ederiz. Filmin adındaki tarih tek bir günle sınırlı yaşamı, zamanın donmuşluğunu simgeler. 31 Ağustos’u bir başlangıç olarak değil sonlanış, veda olarak görürüz.

Arzunun dilini konuşamayan Andres, hiçbir şey istememektedir, arzu nesnesine ulaşamamaktadır. Andres sessizdir, tepkisizdir diğerlerinin sıradan istekleri onun geleceksizliğine çarpar. Kafedeki olağan hayatın doluluğunun sesleri arasında bir kadının sözlerine kulak kesilir. Diğerlerinin peşi sıra sıraladığı istekler onun için anlamsızdır, ulaşılamaz bir yerdedir. Söyleyecek sözü kalmayan Andres bulunduğu camlı mekanda diğerlerinin canlılığını seyretmektedir. Yaşama bağlılığın işaretleri gibi görünen konuşmalarda bu seslerin arasındaki boşlukta, kendi eksikliğini duyumsar. Bakışı orada bulunan insanlara değil seslerin arasına düşer.

Dilin, yasanın anlamın ve arzunun kurulduğu yer olan Büyük Öteki (le Grand Autre), Andres için sessizleşmiştir. Arzularını kelimelere döken bireyler, yasa içinde de var olmaktadırlar. Andres ise bu düzende var olamamakta, yabancılaşmaktadır. Onu konuşmaya çağıran bir öteki kalmamıştır. Arzunun yokluğu onu özne olmaktan geri çekmiştir. Eksikle birlikte var olan arzu yaşamda kalmayı sağlar. Andres içinse son gelmiştir.

Lacan’a göre özne kendisini arzunun eksikliğiyle kurar. “Sevilmek istiyorum” sözüyle biten monolog, arzunun diliyle konuşan bir eksikliği gösterir. Andres’in duyduğu ama katılamadığı arzunun sesidir. Sevilmek istemek, eksikliği de itiraf etmektir.